13.05.2011 /Cuma-Çamlıca/Ev
Gelişi, Güzel Sevdiğim'e,
Gelişi güzel olmuştu. Fütûrsuzca... Oysa O, bilmiyordu ki; O'na hislerime rağmen muhabbet kapımın ardında örülmüş akıl duvarlarım olduğunu... Bilmiyordu ki; Ben, hiç kimseye, bilhassa hanımlara muhabbet kapılarını sonuna kadar açmayanım.
"Sadece aralıktır! Sadece aralık! İçinden aynı anda birden çok alemin geçebileceği kadar geniş olan o kapı, genişliğine rağmen sadece aralıktır! Ardı, boyunca iri taştan örülmüş şehir suru misâli bir akıl duvarı... Her Gelen, aralık o kapıyı açamayınca farkederdi, ardındaki duvarı. Samimi bir misafirse eğer ve gâyesi muhabbetse hakikaten?! Zorlanarak, kapımı daha aralamaya... Sürtünerek, kapımla sömesi arasına... Dar atardı, kendini içeri. Bir çoğunun kıyafetinin önü enaniyet, arkası pervasız yaşanmışlıklar geçmişidir. İşte bu sürtünerek dar aralığından geçmek, muhabbet kapımla sömesinin; bir nebze de olsa kibrinin, geçmişinin kapımın eşiğine dökülmesi içindir, Gelen'in. Dar bela kendilerini içeri Atabilenler, ardında bıraktıklarının farkına varabilirler mi, bilemem ama!... Karşılarında yükselen, o geniş kapım boyunca yükselen duvarı görünce; cefakâr olurlar... Samimi bir muhabbetin esrarı sararsa aciz bir bedeni, cefanın sonunu umar olurlar, merak olurlar. "Kapının ardı, duvar; duvarın ardı ne ola ki?" O kapı duvar dar arasında başlarını yükseğe dikmeye son bir kez izin verilir. Ki aşılması istenen duvarın yüksekliğinin de gösterilmesi, gerekir aslında... Bu ana, bu dar araya gelinceye kadar Samimiyetini Yitirmeyenler, duvarında aşılabileceğini bilirler. Yeltenirler, önlerinde boylarından yüksek duvarın oyuklarından, gediklerinden istifade ederek, yükselmeye... Yükselip, burçsuz iri taştan şehir suru gibi yükselen o duvarın en üstüne çıkmaya... Başarabilenler, ardlarına dönüp, neleri bıraktıklarına bakarlar mı, bilemem ama duvarın öte yanında o yorgun gözlerine seyran ettirilen muhabbet vahasını görünce, tüm ihtişamıyla; muhabbetin kıymetini idrâke başlarlar. Lâkin cefanın biteceği umulmaz! Duvarın o muhabbet vahasına bakan yüzü pürüzsüzdür. Yani o yorgun, cefakâr bedenlerinin istifade edebilecekleri ne tek bir oyuk ne de tek bir gedik yoktur. Tek koşul, aldırmadan, yükselip, tırmanırken bedenlerini cefaya salan o duvarın yüksekliğine; bedenlerini aşağı bırakmak zorundadırlar. Cezbeden seyranlığı söz konusu olunca muhabbet vahasının, tereddüt eden az olur. Salarlar, bedenlerini fütûrsuzca boşluğa. Muhabbete ermek için bedenlerin bu boşluğa salınmasının istenmesi; o dar kapı ve sömesinden geçerken eşiğinde bıraktıklarından arta kalanların da düştükleri yerde dökülmesi içindir."*
İşte muhabbet vahası...
Tasviri, cefakâr Erbâb-ı Muhabbet'e kalsın. Umulur ki; umulan, bulunmuştur, tüm bu cefaya nisbetle! "
Gelişi güzel olmuştu. Fütûrsuzca...
Muhabbet kapımın yakınlarında dolaştı, uzunca bir süre. Neden sonra iyiden yaklaşıp, eşiğine; bir sohbettir ki, sormayın! Dilşâd!... Heyhat, Dilşâd! O ne Dilşâd ki sormayın! Kapının eşiğinden ayrılmıyor, ne bir adım geri ne de bir adım ileri! Sohbetle geçen uzunca bir zaman. Neden sonra bilemiyorum, sohbet sürerken; "sohbet değil, muhabbet bu, muhabbet" diyerek, kapı ardı akıl duvarımı yıktım... Zamana hükmedebilmek gibi bir kudretim yoktu ama sohbet sürerken; yıktığım kapı ardı akıl duvarımı, kapının rahatlıkla açılabileceği, sömesiyle kapı arasından sürtünmeden geçebilmesi için olduğu yerden kapının açılacak kanatı kadar geriye inşa ettim. Hiçbir Gelen'e tanımadığım bu iltiması o Dilşâd'a tanıdım. Çünkü zaman geçtikçe ben O'nun kıyafetine hayran oldum.
Dilşâd, kapı ardındaki hummalı çalışmadan habersiz sohbetini(Muhabbet'ini) sürdürürken; daha da tanır oldum. O zamana kadar hiç bir Cefakâr'ın cefasında bulamadığımı O'nun kapım eşiğindeki pervasızlığında buldum. Hayrandım, sever oldum... Sever oldukça ardı akıl duvarı kapıdan girmesini gözler oldum. Bu Dilşâd için birşeyler daha yapmalıydım. Açıp girecek olursa, muhabbet kapısını ve o akıl duvarına; o nazenin bedenine rağmen oyuklarından, gediklerinden istifade ederek yükselmeyi göze alabilecekse... Ardı pürüzsüz akıl duvarım yüksekliğince bir merdiven çaktım. Çatayım ki bu merdiveni, ardı pürüzsüz akıl duvarıma; o nazenin bedenini o yükseklikten aşağı bırakmak zorunda kalmasın...
Çaktığım merdiveni duvara tam çatacaktım ki; Dilşâd açtı, kapımı! Girdi, içeri! Heyhat, o ne gelişi güzellik?!... O ne sürât?!... Kapıyı açması, kapıyı açmasıyla girmesi; kapının kulbundan ayıramadan o incecik ellerini akıl duvarıma çarpması bir oldu!... Üstünde ne varsa ne varsa o nazenin bedenine iliştirmiş; hepsi ayaklarının, akıl duvarının dibine döküldü!
Çarpmanın tesiriyle önce elimde akıl duvarıma çatmayı ummuduğum merdiven yıkıldı, üzerime mezarımın tahtası oldu... Sonra duvar yıkıldı, üzerime mezarımın toprağı oldu!
İlk kez Muhatab'ını bulan hayaller yıkıldı, beklenen muhabbetin muştusu yalan oldu!
Oysa ben Gelişi, Güzel Sevdiğim'in gelişinin bu kadar gelişi güzel olacağını aklımın ucundan bile geçirememiştim!
Gelişi, Güzel Sevdiğim'e,
Gelişi güzel olmuştu. Fütûrsuzca... Oysa O, bilmiyordu ki; O'na hislerime rağmen muhabbet kapımın ardında örülmüş akıl duvarlarım olduğunu... Bilmiyordu ki; Ben, hiç kimseye, bilhassa hanımlara muhabbet kapılarını sonuna kadar açmayanım.
"Sadece aralıktır! Sadece aralık! İçinden aynı anda birden çok alemin geçebileceği kadar geniş olan o kapı, genişliğine rağmen sadece aralıktır! Ardı, boyunca iri taştan örülmüş şehir suru misâli bir akıl duvarı... Her Gelen, aralık o kapıyı açamayınca farkederdi, ardındaki duvarı. Samimi bir misafirse eğer ve gâyesi muhabbetse hakikaten?! Zorlanarak, kapımı daha aralamaya... Sürtünerek, kapımla sömesi arasına... Dar atardı, kendini içeri. Bir çoğunun kıyafetinin önü enaniyet, arkası pervasız yaşanmışlıklar geçmişidir. İşte bu sürtünerek dar aralığından geçmek, muhabbet kapımla sömesinin; bir nebze de olsa kibrinin, geçmişinin kapımın eşiğine dökülmesi içindir, Gelen'in. Dar bela kendilerini içeri Atabilenler, ardında bıraktıklarının farkına varabilirler mi, bilemem ama!... Karşılarında yükselen, o geniş kapım boyunca yükselen duvarı görünce; cefakâr olurlar... Samimi bir muhabbetin esrarı sararsa aciz bir bedeni, cefanın sonunu umar olurlar, merak olurlar. "Kapının ardı, duvar; duvarın ardı ne ola ki?" O kapı duvar dar arasında başlarını yükseğe dikmeye son bir kez izin verilir. Ki aşılması istenen duvarın yüksekliğinin de gösterilmesi, gerekir aslında... Bu ana, bu dar araya gelinceye kadar Samimiyetini Yitirmeyenler, duvarında aşılabileceğini bilirler. Yeltenirler, önlerinde boylarından yüksek duvarın oyuklarından, gediklerinden istifade ederek, yükselmeye... Yükselip, burçsuz iri taştan şehir suru gibi yükselen o duvarın en üstüne çıkmaya... Başarabilenler, ardlarına dönüp, neleri bıraktıklarına bakarlar mı, bilemem ama duvarın öte yanında o yorgun gözlerine seyran ettirilen muhabbet vahasını görünce, tüm ihtişamıyla; muhabbetin kıymetini idrâke başlarlar. Lâkin cefanın biteceği umulmaz! Duvarın o muhabbet vahasına bakan yüzü pürüzsüzdür. Yani o yorgun, cefakâr bedenlerinin istifade edebilecekleri ne tek bir oyuk ne de tek bir gedik yoktur. Tek koşul, aldırmadan, yükselip, tırmanırken bedenlerini cefaya salan o duvarın yüksekliğine; bedenlerini aşağı bırakmak zorundadırlar. Cezbeden seyranlığı söz konusu olunca muhabbet vahasının, tereddüt eden az olur. Salarlar, bedenlerini fütûrsuzca boşluğa. Muhabbete ermek için bedenlerin bu boşluğa salınmasının istenmesi; o dar kapı ve sömesinden geçerken eşiğinde bıraktıklarından arta kalanların da düştükleri yerde dökülmesi içindir."*
İşte muhabbet vahası...
Tasviri, cefakâr Erbâb-ı Muhabbet'e kalsın. Umulur ki; umulan, bulunmuştur, tüm bu cefaya nisbetle! "
Gelişi güzel olmuştu. Fütûrsuzca...
Muhabbet kapımın yakınlarında dolaştı, uzunca bir süre. Neden sonra iyiden yaklaşıp, eşiğine; bir sohbettir ki, sormayın! Dilşâd!... Heyhat, Dilşâd! O ne Dilşâd ki sormayın! Kapının eşiğinden ayrılmıyor, ne bir adım geri ne de bir adım ileri! Sohbetle geçen uzunca bir zaman. Neden sonra bilemiyorum, sohbet sürerken; "sohbet değil, muhabbet bu, muhabbet" diyerek, kapı ardı akıl duvarımı yıktım... Zamana hükmedebilmek gibi bir kudretim yoktu ama sohbet sürerken; yıktığım kapı ardı akıl duvarımı, kapının rahatlıkla açılabileceği, sömesiyle kapı arasından sürtünmeden geçebilmesi için olduğu yerden kapının açılacak kanatı kadar geriye inşa ettim. Hiçbir Gelen'e tanımadığım bu iltiması o Dilşâd'a tanıdım. Çünkü zaman geçtikçe ben O'nun kıyafetine hayran oldum.
Dilşâd, kapı ardındaki hummalı çalışmadan habersiz sohbetini(Muhabbet'ini) sürdürürken; daha da tanır oldum. O zamana kadar hiç bir Cefakâr'ın cefasında bulamadığımı O'nun kapım eşiğindeki pervasızlığında buldum. Hayrandım, sever oldum... Sever oldukça ardı akıl duvarı kapıdan girmesini gözler oldum. Bu Dilşâd için birşeyler daha yapmalıydım. Açıp girecek olursa, muhabbet kapısını ve o akıl duvarına; o nazenin bedenine rağmen oyuklarından, gediklerinden istifade ederek yükselmeyi göze alabilecekse... Ardı pürüzsüz akıl duvarım yüksekliğince bir merdiven çaktım. Çatayım ki bu merdiveni, ardı pürüzsüz akıl duvarıma; o nazenin bedenini o yükseklikten aşağı bırakmak zorunda kalmasın...
Çaktığım merdiveni duvara tam çatacaktım ki; Dilşâd açtı, kapımı! Girdi, içeri! Heyhat, o ne gelişi güzellik?!... O ne sürât?!... Kapıyı açması, kapıyı açmasıyla girmesi; kapının kulbundan ayıramadan o incecik ellerini akıl duvarıma çarpması bir oldu!... Üstünde ne varsa ne varsa o nazenin bedenine iliştirmiş; hepsi ayaklarının, akıl duvarının dibine döküldü!
Çarpmanın tesiriyle önce elimde akıl duvarıma çatmayı ummuduğum merdiven yıkıldı, üzerime mezarımın tahtası oldu... Sonra duvar yıkıldı, üzerime mezarımın toprağı oldu!
İlk kez Muhatab'ını bulan hayaller yıkıldı, beklenen muhabbetin muştusu yalan oldu!
Oysa ben Gelişi, Güzel Sevdiğim'in gelişinin bu kadar gelişi güzel olacağını aklımın ucundan bile geçirememiştim!
O Dilşâd'ın dili lâl oldu! Susuştu! Muhabbet Vahası yandı! Tutuştu!
Söz bitti.
Bitti, Muhabbet!
Ebedi sükût oldu...
Söz bitti.
Bitti, Muhabbet!
Ebedi sükût oldu...
* 2007 Yılı Sonunda yazılan kısmı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder