26 Ağustos 2008 Salı

Bir Yaşanmışlık...

Bir Hikâye...



Bir hikâye, belki de yaşanmışlık! ...

Bir hikâyem var, sonuna eremediğim; yardımınızı isterim, belki cevapları sizde!...


Hikâyede iki adam bir kadın var. Esas kadın, esas adam ve bir başkası; isimleri önemli olmayan... Kadın, nerde olduğu o kadarda önemli olmayan bir yerde, bir esas adamla tanışır. Muhabbet ortaktır, birazda adam laflarla oynamayı sever ya; ondandır ki kadının gönlü adamda kalır. Adamda, aslında aksini hiç söylememiştir.
Zaman ilmek ilmek işler aradaki bağı, yürekler tek atar olur, her ikisi içinde. Derken n'olur bilinmez ki, daha ziyade kadın çözemez bu gizemi; adam tek atan yüreklere rağmen pek bir şey söylemeden, uzaklaşır kadından, yüreğini çeker, yüreğinden... Bir kahr çöker kadının yalnız kalan yüreğine, anlamsız soru ibarelerinin takıldığı aklı, yetmezmiş gibi. Zaman dahi ilaç olamaz yâda ilaç olabilecek kadar geçememiştir daha. Hani ilaç olamamıştır da gene de kadının karşısına esas adamın sürekli bahsettiği, karşılıklı latifeleştikleri birini de çıkarmıştır! ... Kadın daha önce ortak olduklarının, farkında değildir bu adamla, o ana kadar. Öyle, böyle geçer zaman kadın, adamı gene bu ortak oldukları yerlerde bulmaya başlar - kim bilir belki de aramaya - . Gene zaman sağ olmalı ki adam latifkârdır, arada gene bir samimiyet vücuda gelir – ki bilemeyiz belki de arzuladığı -. Adam esirgemez kadından hislerini, bildiklerini; kadınlığından medet ummadan,
paylaşır. Ama damdan düşer gelişler de her zaman olduğu gibi; aklında soru ibareleri belirir, adamın. Latif olduğu kadar açık sözlüdür, adam. Her daim cevap almak umuduyla sorar kadına; nasıl oldu da olduğunu. Yani paylaşılan sadece aynı sokağın kare taşları ve kesişen zaman dilimleri iken; nedendir, nasıl olmuştur da gelmiştir, bulmuştur kendisini. Kadın cevabı veremez adama. Zaman olur alışmışlıklar da daim olur. Kadın beklediği bir an varmış gibi adama; esas adamı sormaya başlar. Adam aradaki muhabbete binaen cevap verir, paylaşır. Dertlidir kadın, derman olamasa da paylaşmak ister, ister ki; yüreği, dudakları "büzüşmesin". Gün gelir esas adam, alınır adamın aradaki samimiyete binaen sarf etme gafletinde bulunduğu bir laftan, onu da uzaklaştırır hayatından yâda kendisi, gene pek bir laf sarf etmeden çekilir. Kadın duyar. Başlar da ilgilenir, üzülür – yâda arzusuna kavuşamayacak olmanın hüznü iner, yüreğine-. Adam serttir de, asabiyet sergiler esas adamın ona yaptıklarına karşı, kendini zerre kadar sorumlu tutmaz! … Gelirse kabulümdür, der. Zamanla kadın seyreltir – bilinmez kasıtlı olarak mı yapar ama …- muhabbeti. Öyle, böyle zamanla adam, kadınla konuşurken, daha önce de defalarca söylemesine rağmen sevmediği halinden kadına içerler. İçerler de kadına söyler; meramını, artık kendisinin paylaşmakla yükümlü kıldığı dertlerine daha fazla ortak olamayacağını. Aslında adamın beklediği; kabullenmişlik değildir, gitmek arzusuna mukabele etmek değildir. Değildir de kadın beklediğinin aksine pek ses çıkarmadan, kabullenir. Adam harcanmış zamana, paylaşılmışlara kahreden bu kabullenmeyi, kabullenmez. Kabullenemese de gider. İnsanlığına bırakarak her şeyi.




Bu çelişkiler karşısında sizce adam nasıl davranmalı. hissettikleri doğru mudur, doğruysa kadın ayıp etmemiş mi?

Hiç yorum yok: